10 Mart 2013 Pazar

Ayrılığın da eski tadı yok

Biz çocukken, tepesinde bir dantela örtüyle başköşede duran yeşil ışıklı ahşap radyomuzdan, hüzzam makamında ayrılık şarkıları yayılırdı salona: 
“Ayrılık, ümitlerin ötesinde bir şehir”di o zamanlar; 
“…ne bir kuş, ne bir haber, ne de bir selam gelir”di. 
“Yaman kelime”ydi ayrılık; “benzetmek azdı ölüme”… 
Ve her kim uğrarsa bu zulme, “gündüzü olurdu gece…” 
Selahaddin Pınar’ın tamburu “Ayrılık yarı ölmekmiş/ o bir alevden gömlekmiş” diye inler ve sorardı: 
“Ey sevgili sen nerdesin/ nerdesin ey sevgili?” 
“Çerağ” nedir bilmezdik; ama Sevim Tanürek, “Alev alev çerağız biz/ Ayrılsak da beraberiz” deyince bir yangın fitili tutuşurdu yüreğimizde…

Sonra Zeki Müren çağlardı, tane tane söyleyerek: 
“Aynı bedende can gibiyiz/ cana can veren kan gibiyiz/ 
Yanıp da bitmez kül gibiyiz/ biz ayrılamayız/ 
Eller ayırsa bile/ yollar ayırsa bile/ biz ayrılamayız.”

Büyüdük; o “çerağ” da içimizde büyüdü alev alev… 
Sevdalandık… ayrıldık… yandık. 
Ayrılıkla ölümü, biz de Abdürrahim Karakoç’un “Mihriban”ıyla kıyasladık: 
“Ayrılıktan zor belleme ölümü/ Görmeyince sezilmiyor Mihriban…”

Timur Selçuk, “Ayrılanlar için” değil, bizim için çalıyordu:

“Ne kadar acı olsa / ne kadar güç olsa/ Her şeyi, evet her şeyi unutmalı”ydık.

“Kalırsa içimizde bir derin sızı kalır”dı.

Derken vuslat kolaylaştıkça; basitleşti ayrılmalar da…

Kocamaya bir yastık yetmez oldu. 
Sönenin son ateşiyle yakılan sigaralar gibi; ayrı düşülen yavuklunun hasreti, yeni bir aşkın kollarında giderildi.

Ve günün birinde Ajda Pekkan, “başı yukarda meydan okuyarak hayata”, ayrılıkların üzerindeki o kırık yeniklik duygusunu silip attı: 
“Arkanı dön ve çık istenmiyorsun artık” diye kovaladı eski sevgiliyi:

“Bir zamanlar sen de bana acımadın/ yalnız kaldım/ Yıkılmadım ayaktayım.” 
Herkes bu çıkışı bekliyordu sanki… 
“Ümitlerin ötesindeki o şehir” bir anda tarumar oldu. 
Bir baktık ki 20. yüzyılla birlikte, ayrılan yollarda söylenen şarkılar da değişmiş, herkese bir güven gelmiş.

“Aşk dediğin geliyor, geçiyor” diyen Hande Yener, ayrılığın onuncu gününde eski sevgilisine “Yalnız değilim, sıkılmıyorum” mesajı göndermiş. 
Nazan Öncel, bir vedalaşmayı “Jetonu mu yoktu, aramadı gitti/ velhasıl bitti” diye özetlemiş. 
Sonra jeton da tarih oldu. 
Ayrılık acısının ilacı bulundu.

Demet Akalın bir yıl önce “seve seve” ayrıldığı sevgilisiyle “İsim neydi çıkaramadım/ adın neydi hatırlamadım” diye kafa buldu.

Şimdilerde dillerde gezen bir yaz şarkısında ayrılıklara iyi gelecek formülü açıklıyor: 
“Hemen yeni bir aşk bulunur, yerin çabuk doldurulur/ Sevgilimi koluma takarım/ Bebek’te üç beş tur atarım/ Olmadı bi de sinema yaparım/ gördüğün gibi çok unutkanım.”

Dedim ya, ayrılığın eski tadı yok. 
Şarkılardan belli… 

Can DÜNDAR

Dostlarınız çok olsunnn

Dost tespiti için güzel bir tahlil yolu.
Arkadaş evinize geldiğinde misafir gibi davranır
Dost geldiğinde buzdolabını açıp istediğini alır
Arkadaş senin ağladığını görmez
Dostunun omuzu ise senin gözyaşlarınla ıslanır
Arkadaş davetine katılınca bir paket hediye ile gelir
Dost sana yardım etmek için erken gelir; toparlanman için geç gider
Arkadaş, onu o yattıktan sonra ararsan rahatsız olur
Dost neden bu kadar geciktiğini sorar, derdini anlatmak için
Arkadaş bir kavgadan sonra her şeyin bittiğini düşünür
Dost ise tekrar arar
Arkadaş senin daima onun arkanda olmanı ister
Dost ise her zaman senin arkandadır
Arkadaş zaaflarınızı öğrenir ve onları kullanabilir
Dost zevklerinizi öğrenir ve onlara hitap eder
Arkadaş zayıflıklarınızı bilirse başınıza kakar
Dost zayıflıklarınızı bilirse örtmeye çalışır
Arkadaş sizi ikinci görmek ister
Dost ikinciniz olmaktan şeref duyar
Arkadaş sıkıntınız olmadığında yanınızdadır
Dost sıkıntınız olduğunda size koşar
Arkadaşlarınıza siz huzur vermeye çalışırsınız
Dostlarınız size huzur vermeye çalışır…

Güzel sözlere devam

Elinde ne varsa hayata dair,ötesi hicbirsey ya da vesair... Hani demis ya şair " mutlulugu sende bulan senindir,gerisi misafir"

Çok yaklaşma yanarsın


Ne güzel söylenmiş sözler ,anlayana...


Bir İnsanı unutmak...Can DÜNDAR

Hiç Bir insani unutmak, bir insandan vazgeçmek, bir insani hayatından sonsuza kadar çıkartmak zorunda kaldın mı hiç? 
Hani ölmüş gibi, hani uzatsan da elini tutamayacağını bilmek gibi,her an kapından içeri gülümseyerek gireceğini bekleyip ama aslında hiç gelemeyeceğini de bilmen gibi. 
Ne zor şey değil mi ölmediğini bilmek, ama ölmüş gibi ulaşılmaz olması artık o insanın sana, ne kadar katlanılmaz bir 
gerçek değil mi sen hala bu kadar sevgili iken?

Özlemek, bu kadar özlemek, etini kemiğini yakarcasına özlemek. Çok kötü değil mi?

Bu kadar özleyip onu görememek, ona dokunamamak, onu işitememek, artık sonunun “Pi” hali değil mi?

Biliyorsun değil mi? Ne kadar umutsuz bir arayıştır o, kalabalık caddede geçen binlerce yüze bakmak belki bir kez daha görebilmek için o yüzü, belki biraz önce geçti bu kaldırımdan diye düşünmek, belki su an arkamda yürüyen insanların içinde bir yerde demek, belki su an üzerimdedir gözleri diye paranoyalar yaşamak ne zordur değil mi?

Ne kadar eritir insanı fark etmeden. Sende biliyorsun değil mi bunları.

Bir sinema koltuğunda sende iki kişi gibi oturdun mu hiç? Hiç iki kişi gibi zevk aldın mı bir konserden yalnız başına. Güzel bir cafe keşfettiğinde, güzel bir film seyrettiğinde, güzel bir şarkı dinlediğinde güzellikleri oranında eksik kaldıklarını hissettin mi paylaşamadığın için onunla.

Bir barın kalabalığında hiç yarım vücudunla sallandın mı ortada? Hiç iki kişilik beyninle yarım insan olabildin mi?

Baktığında aynana sadece yüzünün bir yarısını gördüğün oldu mu hiç?

Sana hayatındaki en büyük yoksunluğu yaşatandan nefret edemediğin zamanlar oldu mu hiç?

Gözünün içine baka baka kolunu bacağını kesen bir insanın yüzüne sevgi dolu bir gülümseme ile bakabildiğin zamanlar oldu mu hiç?

Hayatta inandığın bütün değerlerini altüst eden birisine aşk şiirleri yazabildin mi?

Onu içinde korumanın seni yok etmek olduğu zamanlara feda oldun mu hiç?

İçinde ağlayan çocuğa umut şarkıları söyleyemediğin, özlemini, susuzluğunu, açlığını gideremediğin zamanlar oldu mu hiç?

Kanayan yarasını gördüğün ama merhem olamadığın zamanlar. Gücünün, hani o tanrısal gücünün bir çocuğun ağlamasını 
susturamayacak kadar olduğunu gördüğün zamanlar oldu mu hiç?

Hiiiiiiiç…. Hiiç… hiç… bir hiç.. Can DÜNDAR