29 Haziran 2012 Cuma

Hayatımız Mevsimlere Benzer

“Başarıya ulaşabilmek için, kendimizi sürekli uzun döneme dönük düşünecek biçimde disipline almalıyız.

Ben kendime bu gerçeği hatırlatabilmek için, hayatın parlak ve gamlı dönemlerini, bir bakıma mevsimlere benzetirim. Hiç bir mevsim sonsuza kadar sürmez, çünkü hayatın tümü bir ekim – hasat – dinlenme ve yenilenme döngüsüdür.

Kış da sonsuz değildir. Bugün karşınızda zorluklar varsa bile, ilkbahar gelmeyecek sanamazsınız.

Bazı kimseler için kış demek, kış uykusu demektir. Diğer bazıları için, kızağa atlayıp kaymak demektir. Mevsimin bitmesini beklemek her zaman mümkündür – ama neden onu unutulmaycak bir zaman dilimi haline getirmeyelim ki?”

Anthony Robbins

Doğru söze ne denir..

"Hayatınızın kalitesini, hayatınızdaki insanların kalitesi belirler." - J. Brown”

Zeka

New York'ta bir bankanın önünde duran son model Rolls Royce otomobilden inen adam, hızlı adımlarla bankaya girdi ve önüne çıkan ilk görevliye, bireysel kredi için başvuruda bulunmak istediğini söyledi.

Görevli onu, müşteri temsilcisine götürdü. Adam, çok acele bir iş için Avrupa'ya gitmek zorunda olduğunu ve bu nedenle bir hafta vadeli beş bin dolar krediye gereksinim duyduğunu söyledi.

Müşteri temsilcisi kısa bir araştırma yaptıktan sonra. "Ticari ve mali sicilinizi inceledik. Bu krediyi almanız için bir engeliniz yok" dedi ve ekledi: Fakat bir konuyu belirtmeliyiz. Bizim bankamızla daha önce hiç çalışmamışsınız. Banka olarak sizi resmen tanımıyoruz. Bu nedenle, söz konusu krediyi verebilmemiz için karşılığında sizden bir teminat almak zorundayız".

Adam cebinden Rolls Royce'un anahtarını çıkardı, bankanın müşteri temsilcisine uzattı: "Çok acelem var, uçağa yetişeceğim." dedi. "kapıdaki Rolls Royce' umu teminat olarak alabilirsiniz".

Kredi işlemleri çok hızlı bir biçimde tamamlandı. Banka Rolls Royce otomobili bankanın garajına çektiler, adama da beş bin dolar krediyi verdiler. Müşteri temsilcisi, kişisel merakını gidermek için bir hafta boyunca özel bir araştırma yaptı ve bankalarının bu yeni müşterisinin çok büyük bir is adamı ve çok büyük bir servet sahibi olduğunu öğrendi.

Bir hafta sonra adam yeniden gelip, borcunun anaparası beş bin dolarla, bir haftalık faizi dokuz buçuk doları ödedikten sonra, müşteri temsilcisi bir turlu yenemediği merakının dürtüsüyle sordu: "Sizin, çok büyük bir iş adamı ve çok büyük bir servetin sahibi olduğunuzu öğrendim" dedi. "Yalnızca kişisel merakımdan soruyorum. Lütfen söyler misiniz, sizin için çok küçük bir miktar olan beş bin dolarlık krediye neden gereksinim duydunuz?"

Adam hafifçe gülümsedi: "Siz de bana lütfen söyler misiniz?" dedi. "Böyle lüks bir otomobili, New York'ta hangi kapalı garaja, bir hafta boyunca dokuz buçuk dolara bırakabilirsiniz?

Büyük Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK

"Ben, bir işte nasıl muvaffak olacağımı düşünmem. O işe neler mâni olur, diye düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı, iş kendi kendine yürür." Mustafa Kemal ATATÜRK

Mevlana

"Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır." Mevlana

Güzel Sözlere devam...

İnsanoğlunun içinde uyuyan güçler vardır. Kendisi bile şaşırır. Çünkü bu güçlere sahip olduğu aklından bile geçmez. Bu güçleri uyandırıp eyleme geçebilirse, o kişinin hayatında büyük bir devrim olur.
-Orison Swett Marden-

(Çin Atasözü)

"En fazla ileriye giden ok, en çok geriye çekilmiş yaydan çıkar." (Çin Atasözü)

Ne kadar da doğru bir söz-

"Başkalarının senin hakkında ne düşündükleri konusunda endişe duyduğun sürece, onlar senin sahibindir." (N.D. Walsch )

Şemsi Tebrizi

'Sevmeyene karınca yük, sevene filler karınca. Dağı bile taşır insan inanınca..' Şemsi Tebrizi

Bunları yapalım...

''Zorunlu olmayan sayıları çöpe atın: yaş, kilo, boy. Doktorunuz düşünsün onları. Bunun için ücret alıyor sizden.

Sadece neşeli arkadaşlarınız olsun. Suratsızlar, negatifler sizi aşağı çeker.


Öğrenmeyi sürdürün: Bilgisayar, el sanatları,
bahçecilik, ne olursa. Beyniniz atıl kalmasın. Atıl kafa, iblisin tezgahıdır. İblisin adı da, “alzheimer”dır.

Küçük şeylerden zevk almaya bakın.

Sık sık, uzun uzun, vargücünüzle gülün. Soluksuz kalıncaya kadar gülün.

Gözyaşları olacaktır. Katlanın, yas tutun, başka yaşantılara geçin.

Sevdiklerinizle doldurun çevrenizi; aile, kedi, köpek, kuş, balık, yadigarlar, müzik, bitkiler, hobiler, ne olursa. Eviniz sığınağınızdır. Tadını çıkartın.

Sağlığınızın kıymetini bilin. İyiyse üstüne titreyin. Bozuksa düzeltin. Siz kendiniz düzeltemiyorsanız yardım sağlayın.

Vicdan azabından uzak durun. Çarşı pazarda gezin, komşu illerde ya da dış ülkelerde dolaşın; ama sakın suçluluk, pişmanlık duygusuna yönelmeyin.

Sevdiğiniz insanlara onları sevdiğinizi söyleyin, hissettirin her fırsatta.

Unutmayın ki yaşam, aldığımız soluklarla değil, soluk kesen anlarla ölçülür.''

George Carlin

28 Haziran 2012 Perşembe

Kalite bir erdemdir! O kendini;

Kalite bir erdemdir! O kendini;

Mekandaki yaşantıda

Düşüncedeki derinlikte
Sevgideki cömertlikte
İfadelerdeki gerçeklikte
İdaredeki düzende
Eylemdeki etkide
Doğru zamandaki doğru harekette gösterir…

(Lao Tzu)

Elif Şafak

Mutlu bir çift gördüğünüzde Allah bozmasın demeyin! Çünkü Rabbim bozmaz; insanlar bozmasın yeter..” [Elif Şafak]

26 Haziran 2012 Salı

Güzel Söze Ne Denir...

Dostluğu mazide kalan dostların, hesap sormaya hakları olamaz, farkında olundukları için dün vardılar, vazgeçildikleri için bugün yoklar.

Güzel Sözler Bunlar

Dünyayı yönetenlere değil; egosunu yönetebilenlere saygı duyulması gerekir. Çünkü egoyu yönetmek, dünyayı yönetmekten daha zordur..

24 Haziran 2012 Pazar

Güzel Sözler Bunlar

Birini sevmek, ömürden koca bir parça vermektir.
Kendine saklayacağın, öğreneceğin, eğleneceğin vakti, başkasına hediye etmektir.
Chuck Palahniuk

Güzel Sözler Bunlar

Üzülme; bir yandan korku, bir yandan ümidin varsa iki kanatlı olursun, tek kanatla uçulmaz zaten.
Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil, kilimin tozunu almaktır.
Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır.
Niye kederlenirsin?
Taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz.
Yüzük olmak dileyen taş, ezilmeyi yontulmayı göze almalıdır.

22 Haziran 2012 Cuma

Oya DEMİRCAN Biyografi

5-Ekim-1975 Çanakkale doğumluyum.1993 Yılında Çanakkale Lisesinden Mezun oldum.1998 Yılında Niğde Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulundan mezun oldum.1999 -2000 yılları arasında Çanakkale Özel Kolej’inde 1 yıl süreyle Beden Eğitimi Öğretmeni olarak görev yaptım.2000 Yılı Ocak ayında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinde Uzman olarak göreve başladım. 2001-2003 yılları arasında Spor ve Kültür şube işlerini yürüttüğüm Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığına 2 yıl süreyle vekâlet ettim. Vekâletimin bitiminde tekrar aynı dairede Spor Şube Müdürlüğü Vekâlet görevimi yürütmeye devam ettim. 2006-2008 Yılında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Genel Sekreter Yardımcılığı görevine tedviren atandım. Şuan Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Halkla İlişkiler Koordinatörü olarak görev yapmaktayım. Bağlı bulunduğum Üniversitem benim için pek çok güzelliği paylaştığım, hizmet etmekten onur duyduğum ve adeta ikinci evim gördüğüm bir Eğitim yuvasıdır. Şuana kadar 12 yıl süren tüm çalışmalarımı başarıyla yürüttüm, çeşitli konser ve dinletilerin organizasyonunu gerçekleştirdim-Pek çok sanatçımızı dostluklarım ve girişimci çabalarımla Üniversitemiz öğrencileri ve tüm personelimizle buluşmasına  ön ayak oldum-12 yıllık hizmet hayatımda bağlı bulunduğum kurumum Çanakkkale Onsekiz Mart Üniversitesini en iyi şekilde temsil ettim , gelişimi için tüm çabalarımı seve seve ortaya koydum ve en iyi şekilde temsil etmeye devam ediyorum , edeceğim.

Aynı zamanda 2012 Yılında  Türkiye Özel sporcular Federasyonu tarafından Çanakkale Özel Sporcular İl Temsilcisi olarak atandım ve halen yürtmekteyim.

2012 Yılı Mezunlarımızı görkemli bir biçimde uğurladık..

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi 18 Mart Stadyumunda düzenlenen törenle 2012 Yılı Mezunlarını görkemli bir biçimde uğurladı.

Vali Güngör Azim Tuna, Belediye Başkan Vekili Muharrem Erkek, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner, üniversite yöneticileri, öğrenciler, kurum ve kuruluş temsilcileri, akademik ve idari personel ile öğrenci velilerinin katılımıyla gerçekleşen tören birbirinden renkli görüntülere sahne oldu.

Tören konuşmalarının ardından dereceye giren mezunlara ödülleri verildi. Vali Güngör Azim Tuna, Belediye Başkan Vekili Muharrem Erkek, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner tarafından diplomalar, yüksek onur belgeleri ve I-pad’ler üniversite birincisi, yüksek okullar birincisi, meslek yüksek okulları birincisine takdim edildikten sonra tüm fakülte birincilerine ve enstitü birincisine STAR Gazetesi sponsorluğunda diz üstü bilgisayarlar hediye edildi. Ayrıca Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi birincisine DOĞTAŞ sponsorluğunda, Eğitim Fakültesi birincisine ise ÇOMÜ Eğitim Sağlık ve Bilimsel Araştırma Vakfı (ESBAV) tarafından 11 bin TL’lik para ödülü verildi.
Dereceye giren mezunlara ödüllerinin verilmesinin ardından öğrenciler hep birlikte coşkuyla keplerini havaya fırlattı.




  
Haber ve Fotoğraf Kaynağı:http://www.comu.edu.tr/duyurular/detay.php?id=6560

Can DÜNDAR'dan...

Mutsuzluk korkusu, bu kuşağın hastalıklardan biri...
Reklamlar, diziler, filmler, çevremizde öyle bir mutluluk balonu şişirdi ki, uçup gidişini hayranlıkla izlediğimiz bu balon, bir türlü binemediğimiz, umutla beklediğimiz bir hasrete dönüştü.
İdealize ettikçe şişen talepler, çekingenliği de büyüttü.
Mutluluk beklentisini abarttıkça mutsuz olduk... 
Can Dündar

18 Haziran 2012 Pazartesi

ARKADAŞLIĞIN CENNETİ



Adam ve hayattaki tek arkadaşı olan köpeği bir trafik kazasında birlikte ölmüşlerdi. Hikaye bu ya, gökyüzüne çıktıktan sonra bembeyaz bulutların arasında dolaşmaya başladılar. Adam çok susamıştı. Biraz su bulabilmek üm
idiyle yürümeye devam ederken, birden kendilerini muhteşem bir manzaranın karşısında buldular. Rengarenk çiçeklerle süslü bir bahçe, altından yapılmış bir bahçe kapısı ve onları karşılayan beyazlar içinde bir kadın
Adam köpeğiyle birlikte kadına yaklaştı ve sordu:

‘Afedersiniz! Burası neresi?”
Kadın ona gülümsedi: ‘Burası cennet efendim!”

Adam bunun üzerine sevinçle, ‘Harika!” dedi. ‘Peki, bana biraz su verebilir misiniz? Çok susadım da!”
Kadın cevap verdi: ‘Elbette efendim, içeri girin. İçerde dilediğiniz kadar su bulabilirsiniz.”
Böylece adam köpeğine, ‘Haydi içeri giriyoruz!” diyerek kapıya yürüdü ama kadın onu birden durdurdu:

‘Üzgünüm efendim, köpeğiniz sizinle gelemez. Hayvanları içeri almıyoruz!”

Bunun üzerine adam bir an durdu, düşündü ve geri dönüp köpeğiyle birlikte geldikleri yolun tam tersi yönünde yürümeye koyuldular. Bir müddet geçtikten sonra kendilerini bu defa tozlu ve çamurlu bir yolda buldular, yolun sonunda karşılarına çiftlik girişini andıran bir kapıyla yırtık pırtık elbiseli bir dede çıktı.

Adam sordu; ‘Afedersiniz! Bana biraz su verebilir misiniz?”
Dede, ‘içeri gel!”dedi, ‘Kapıdan girdikten sonra sağ tarafta bir çeşme var.”

Adam tekrar sorar; ‘Peki, arkadaşım da benimle gelip oradan su içebilir mi?”
Dede, ‘Tabi” dedi. ‘Çeşmenin yanında köpeğinin de su içebileceği bir kase bulacaksın.”

Bunun üzerine adam kapıdan girdi, biraz yürüdükten sonra sağ tarafta çeşmeyi buldu. Adam çeşmeden, köpekte oracıkta ki kaseden doya doya içerek susuzluklarını giderdiler.
Derken adam girişte bekleyen dedeye sordu: ‘Su için çok teşekkür ederim. Peki burası neresi?”

Dede, ‘Burası Cennet!” dedi.
Bunu duyan adam şaşırdı: ‘Ama nasıl olur? Az önce burası gibi kırık olmayan muhteşem bir yere gittik ve orasının da cennet olduğunu söylediler?”

Dede, ‘şu rengarenk çiçeklerle süslü altın kapılı yer mi?” dedi ve devam etti ‘ama orası cehennem!”

Adam iyice şaşırmıştı: ‘Peki ama orası sizin adınızı kullanarak insanları kandırıyor diye hiç kızmıyor musunuz?”

Dede gülümsedi: ‘Kızmıyoruz. Çünkü onlar kendi çıkarı için en iyi arkadaşını yarı yolda bırakanları cennetten uzak tutuyorlar.”

16 Haziran 2012 Cumartesi

Can DÜNDAR'dan

Eskiden mendiller aşıkların göz yaşlarıyla ıslanırdı.
Şimdi ise gerçek aşk kalmadığından fabrikadan ıslak çıkıyor..

// Can Dündar // :))))

Can DÜNDAR'dann

"Eskiden insanlar sevilir, eşyalar ise kullanılırdı.. Gün geldi ; eşyalar sevilir, insanlar ise kullanılır oldu..."

-Can Dündar-

Can DÜNDAR'dan

Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi…
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
Can Dündar

15 Haziran 2012 Cuma

Nergis-Can DÜNDAR

Büyük resmi icin tiklayiniz Neyi arıyorsan sen O’sundur” der Mevlana…
Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan aşık…
Elinden tuttuğumuz her sevgili, bizi sürükleyip, kendi iç dünyamızın derinliklerinde bir keşif gezisine çıkarır. Her ilişki , benliğimizde bir kazıdır aslında , her sevda ruhumuzun bir başka yüzü… Her askta kendimizi ararız; o yüzden bulduklarımız, benzerimizdir. Resimlerini yan yana koyun sevdiklerinizin ve dikkatle bakin yüzlerine, onların suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktır size…

Ask denilen kaleydoskopun buzlu camına gözünüzü dayadığınızda, bin bir camın rengarenk ışıklar saçarak döndüğünü ve her seferinde bambaşka şekiller ördüğünü görürsünüz. Her camda, farklı bir renginiz vardır; her şekilde sizden bir parça… Aşklarınız hülasanızdır.
Sevdiğiniz her adam, beğendiğiniz her kadın farklı ruh hallerinizi ele verir; arada bir çevirdiniz mi kaleydoskopu, cam parçalar yer değiştirip yeni şekiller alır; hepsi siz…
Sevgilinizin gözlerindeki dolunay, sizdeki ışığın yansımasıdır aslında; dilindeki sizin ilhamınız , tenindeki sizin ısınız…
Yoksa hala bir sevdiğiniz , o henüz kendinizi bulamadığınızdandır…
Aşk, narsizmdir. Kendimiziz her aşkta arayıp durduğumuz , peşinde olduğumuz… Bir omza sığınmanın kendinize açılan kapıları var.
Sevda, çevrildikçe içinizin farklı ışıklarını yakan eğlenceli bir kaleydoskop gibi başımızı döndürüyor. Ve biz,hep baharı takip ederek dünyayı gezen bir gezgin gibi içimizdeki eski baharları arıyoruz.
Narkissos’u bilirsiniz;
Öyle heybetli ve güzelmiş ki, bakmaya dayanamazmış kendine… Gün boyu ayna karşısına geçip kara gözlerini, incecik burnunu, dar kalçalarını, kıvırcık saçlarını seyredermiş hayran hayran…Bir gün ırmak kenarında gezinirken,sudaki yansımasına ilişmiş gözü… Uzanıp, iyice bakmak istemiş. Tam gördüğünde kendini , dengesini kaybedip düşüvermiş ırmağa , kapılıp gitmiş suya…
Yeryüzünün en güzel insaninin öldüğünü duyan Tanrı , unutulmaması için O’nu her bahar açan güzel kokulu bir çiçeğe dönüştürmüş. Narkissos, nergis olmuş.
Kıssadan hisse , benden size tavsiye , taze bir nergis verin bugün sevdiğinize… Sonra da, nerede baharsa mevsim, rotasini oraya çevirip içinizdeki eski baharlara kosan bir gezgin gibi “Bahar getirdim sana” deyin, baharın elinizde olduğunu unutmadan… Gözlerindeki ırmağa baktığınızda kendinizi göreceksiniz; dikkat edin de hayran olup düşmeyin! Düşüp bahar kokulu bir çiçeğe dönüşmeyin…
Can DÜNDAR
(Yârim Haziran’dan)

Sevgi

Tüketmek için bunca acele ettiğiniz, takvim yapraklarına…
Onca hızla çevirdiğiniz akreplere yelkovanlara…
İçine gönüllü daldığınız o insafsız rutin çarkına şöyle bir uzaktan baktığınızda ne hissediyorsunuz?
Ne kadarı benim hayatım” diye soruyor musunuz?
Ne kadarını başkaları yaşamış benim yerime…. Ya da ben başkalarının?..
“Aynadakinin ne kadarı ben’im, ne kadarı oynadıklarım?
Sevgiyi koydum kum saatinin dolu dizgin akıp giden kumlarının her bir zerresine….
Çünkü bir tek sevgi var elimizde; bunca yıldan damıtılıp gelen..
Yine bir tek o kalacak, yaşanacak yıllarından geriye…
Bir tek sevgi olacak bunca telaştan artakalan ötesi yalan…
 
Can Dündar
 
Kaynak:  http://guzelyazilar.wordpress.com/2010/08/14/sevgi/

Hayatın görünmez güveleri

Mark Twain’in düşündürücü bir lafı var. “İsteklerinizi, hayallerinizi küçümseyen kişilerden mümkün mertebe uzak durun!” “Ruhu küçük insanlar başkalarını da daraltmak, azaltmak ister” diye devam eder söze dünyaca ünlü romancı.
Küçümserler her şeyi ve her emeği.
Her kelimeleri ağılı.
Ruhu engin insanlar ise kendiliğinden destek verir etraflarındakilere. Sadece yakınlarını ya da kendi dostlarını, akrabalarını değil, birilerini kayırmak anlamında değil, bizatihi yaratıcılığı teşvik ederler; her nerede görürlerse görsünler.
O yüzden kimlerle arkadaşlık ettiğimiz, vakit geçirdiğimiz ve kimlerin lafını/eleştirisini ciddiye aldığımız hususunda seçici olmak en iyisi, şayet akıl ve ruh sağlığımızı muhafaza edebilmek istiyorsak.
Mark Twain bizim memlekette yaşasaydı çok daha keskin bir üslupla zikrederdi herhalde tüm bunları.
Halbuki bizler ekseriya unutuveriyoruz bu kadim kuralı. “Başkaları ne der, aman elâlem laf eder” kaygısı camdan bir duvar gibi dikiliyor önümüzde. Çöküyor olanca ağırlığıyla üzerimize. Küçümsenme, beğenilmeme, en nihayetinde anlaşılmama korkusu o kadar ağır basıyor ki ayaklarımız geri geri gidiyor her işte. Hayallerimizi, uçuk kaçık emellerimizi naftalinleyip kaldırıyoruz zihnimizin dolaplarına. Orada çürüyorlar usulca. Gün ışığı görmeden senebesene.
Nice sonra açıp bakıyoruz ki güve yemiş planlarımızı. Biz yaşlanırken onlar da bir kenarda kuruyuvermiş. Hayatın görünmez güveleri var, yer bitirirler insanın özgüvenini.
Amerika’da ders verdiğim yıllardı. Arizona’da sakin bir öğleden sonra. Sınıfta 20 civarında öğrenci. Çoğunluğu kadın. Onlar sırayla konuşuyor, ben not alıyorum. Öğrenciler ateşli, heyecanla söze karışıyor, hatta bazen sabırsızlıktan birbirlerinin sözünü kesiyorlar. Tartışma konumuz “Kültürel farklılıklar mı daha önemli günümüzde yoksa evrensel değerler mi?” Dikkatimi çeken bir nokta var: Öğrencilerin önemli bir kısmı önceki hafta verdiğim okumaları tamamlamadan gelmiş, belli ki tembellik etmiş. 50 küsur sayfa vardı okunacak. Şöyle bir bakmışlar en fazla. Ama her birinin bir kanaati var. Hem kanaati, hem de özgüveni.
Bundan çok değil iki sene evvel, benzer bir sahne hatırlıyorum. İstanbul’da bir özel üniversitede. Konu da benzer. Ama ortam farklı. Bu sefer öğrenciler okumaları yaparak gelmişler sınıfa, verdiğim metinlerin çoğuna vâkıflar. Ne var ki iş tartışmaya gelince hep aynı kişiler söz alıyor, hep aynı erkek öğrenciler fikir beyan ederken diğerleri sadece dinliyor. Bilhassa kız öğrencileri konuşturmak ne kadar zor. Dersten sonra bir kız öğrenci yaklaşıyor yanıma. Akıllı, bilgili biri. Konuyla ilgili düşüncelerini açıyor bana. “İyi ama neden derste söylemedin bunları?” diyorum.
“Paylaşsaydın ya arkadaşlarınla.” Gülümsüyor, mahcup. Omuz silkiyor. Takılır aklıma, nedir özgüvenimizi örseleyen? 19 yaşında Amerikalı bir kız öğrenci, hocanın salık verdiği okumaların belki de hiçbirini yapmadığı halde rahatlıkla sınıfta söz alıp tartışırken, yaşıtı ve hemcinsi bir Türk öğrenci, üstelik konuyu gayet iyi bildiği halde neden susar, neden dinlemeyi tercih eder?
Kız çocuklar erkek çocuklardan daha çabuk olgunlaşıyor, daha çabuk büyüyor. Yani bir anlamda hayata daha önde başlıyor. Sonra… Toplum, eğitim, aile, adım adım azaltıyoruz kendilerine olan güvenlerini. Öyle ki buluğ çağına vardıklarında o eski yaratıcılıklarından, girişkenliklerinden eser kalmamış oluyor çoğu zaman. Geri çekiliyorlar. Lise, üniversite aşamasına geldiklerinde büsbütün isteksizleşiyorlar kamusal alanda konuşmak konusunda. “Başkaları beğenmez” kaygısı değil mi bizi bu kadar ürkekleştiren? Neden hep dinlemeyi tercih ediyoruz, bir fikrimiz olduğu halde, birçok fikrimiz olduğu halde? Dışarıda dinleyici, kendi evlerinde konuşkan kadınlar…
Elif Şafak

Kaynak:  http://guzelyazilar.wordpress.com/

Güzel Sözler Bunlar

İsteklerinizi, hayallerinizi küçümseyen kişilerden mümkün mertebe uzak durun!” “Ruhu küçük insanlar başkalarını da daraltmak, azaltmak ister,Küçümserler her şeyi ve her emeği.Mark Twain

Guzel sözler bunlar

Yureginde vicdan mekanizmasi islemeyen insanlarin bencil ve acimasiz oldugunu aklinizdan cikarmayiniz.

11 Haziran 2012 Pazartesi

Charles Bukowski

'' İnsanların hakkımda ne düşündüğünü önemsemeyerek hayatımı on yıl uzattım..!''

Charles Bukowski

10 Haziran 2012 Pazar

Güzel Sözler

Hayata karşı ilk küskünlüğümüz;
Yanımızda sandığımız kişileri, karşımızda
görmemizle başlar. [Anton Çehov]

Güzel Sözler Bunlar

"En anlamlı bakış, bir çift ıslak gözde
saklıdır. Çok şey anlatır; çünkü dil bağlanır,
yürek konuşur.”

Mustafa Kemal ATATÜRK

Cumhuriyet düşüncede, bilgide, sağlıkta güçlü ve yüksek karakterli koruyucular ister.
[Mustafa Kemal Atatürk]

Güzel Sözler

"Ben dostlarımı hiç satmadım! Çünkü; ya beş para etmez çıktılar ya da paha biçilemez."
[ilhan Berk]

Güzel Sözler

Üzülme! Bir şey olmuyorsa ya daha iyisi olacağı için ya da gerçekten de olmaması gerektiği için olmuyordur.. [Hz Mevlana]

Güzel Sözler Bunlar

Kar taneleri ne güzel anlatıyor; Birbirine
zarar vermeden de yol almanın mümkün
olduğunu. [Hz. Mevlâna]

Güzel Sözler

"Sırtından vurana kızma ona güvenip arkanı
dönen sensin. Arkandan konuşana da darılma, onu insan yerine koyan yine sensin."

Can Dündar'dan...

“Çok uyanık kalabilmek değil,
uyanıkken hayata değer katabilmek önemli…” [Can Dündar]

Güzel Sözler Bunlar

"İnsanları kader karşılaştırır, Karakterleri
yakınlaştırır, Kararları anlaştırır."Brezza

Güzel Sözler Bunlar...

Ne diyordu şair; - Yıkıldı yolunu bekleyen
şehir,şimdi gelsende bir gelmesende.

Can Baba'dan

Sen kasırgalara dayanmışsın, rüzgârla mı yıkılacaksın!
Başka çaren yok yüreğim;
Dosta düşmana karşı ayakta kalacaksın.

CAN YÜCEL

Farkında Olmalı İnsan-Can YÜCEL


Farkında Olmalı İnsan…

Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı.
Farkı Fark Etmeli, Fark Ettiğini De Fark Ettirmemeli Bazen…
Bir Damlacık Sudan Nasıl Yaratıldığını
Fark Etmeli.
Anne Karnına Sığarken Dünyaya Neden Sığmadığını
Ve En Sonunda Bir Metre Karelik Yere Nasıl Sığmak Zorunda Kalacağını
Fark Etmeli.
Şu Çok Geniş Görünen Dünyanın, Ahirete Nispetle Anne Karnı Gibi Olduğunu
Fark Etmeli.
Henüz Bebekken ‘Dünya Benim!’ Dercesine Avuçlarının Sımsıkı Kapalı
Olduğunu, Ölürken De Aynı Avuçların ‘Her Şeyi Bırakıp Gidiyorum
İşte!’ Dercesine Apaçık Kaldığını
Fark Etmeli.
Ve Kefenin Cebinin Bulunmadığını Fark Etmeli.
Baskın Yeteneğini
Fark Etmeli Sonra.
Azraillin Her An Sürpriz Yapabileceğini,
Nasıl Yaşarsa Öyle Öleceğini
Fark Etmeli İnsan
Ve Ölmeden E vvel Ölebilmeli.
Hayvanların Yolda Kaldırımda Çöplükte
Ama Kendisinin Güzel Hazırlanmış Mükellef Bir Sofrada Yemek Yediğini
Fark Etmeli.
Eşref-İ Mahlukat (Yaratılmışların En Güzeli) Olduğunu
Fark Etmeli.
Ve Ona Göre Yaşamalı.
Gülün Hemen Dibindeki Dikeni, Dikenin Hemen Yanı Başındaki Gülü
Fark Etmeli.
Evinde 4 Kedi 2 Köpek Beslediği Halde
Çocuk Sahibi Olmaktan Korkmanın Mantıksızlığını
Fark Etmeli.
Eşine ‘Seni Çok Seviyorum!’ Demenin Mutluluk Yolundaki Müthiş Gücünü
Fark Etmeli.
Dolabında Asılı 25 Gömleğinin Sadece Üçünü Giydiğini, Ama Arka
Sokaktaki Komşusunun O Beğenilmeyen Gömleklere Muhtaç Olduğunu
Fark Etmeli.
Zenginliğin Ve Bereketin, Sofradayken Önünde Biriken Ekmek
Kırıntılarını Yemekte Gizlendiğini
Fark Etmeli.
FARK ETMELİ.
Ömür Dediğin Üç Gündür,
Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür,
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,O Da Bugündür.

BAŞKA TÜRLÜ BİR ŞEY-CAN YÜCEL



başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava..
bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun
bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgarda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince
nerde gördüklerim
nerde o beklediğim
rengi başka
tadı başka..

EĞER-Can YÜCEL

 O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,

arkalarında doldurulması
mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,
en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
kartvizitinde ‘onca ayrılığın birinci dereceden failidir’ denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
ya canım ellerini tutmak isterse…

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!

Mevlana

Sen kendini biliyorsan, bil ki kendini bilmezlerin söyledikleri anlamsızdır. Unutma gereksiz eleştiri sadece gizli hayranlıktır.

8 Haziran 2012 Cuma

MİHRİBAN



 Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamıştın,çözülmüyor mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor mihriban

Yar,deyince kalem elden düşüyor

Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor mihriban

Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor mihriban

Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut cizilmiyor mihriban

Boşa bağlanmış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım karabahtım tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor mihriban

Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor mihriban 


Yazar : ABDURRAHİM KARAKOÇ


 "Edebiyat dünyamızın ustalarından Abdurrahim KARAKOÇ vefat etti.
Bestelenen ve dilden dile dolaşan 'Mihriban'' başta olmak üzere, unutulmaz eserleriyle herkesin beğenisini kazanmıştır. Edebiyat dünyamızın ustalarından "Türk şiirinin usta kalemlerinden Merhum Abdurrahim KARAKOÇ ’a Allah’tan rahmet, yakınlarına ve sevenlerine ise başsağlığı diliyorum"

6 Haziran 2012 Çarşamba

Hz.Mevlana

Güzellik dilin altında gizlidir! Sükut, incelik, edep ve zerafet insanı her gittiği yerde sultan yapar. Hz. Mevlâna

Can DÜNDAR' DAN

"Sonunda cehennem korkusu olsa da bizi yaşatan, o cennetin hayalidir. Veda etsek de biliriz ki aşk, her daim ihtimal dahilindedir." Can Dündar

1 Haziran 2012 Cuma

Oya DEMİRCAN: SUSKUNLUĞUM ASALETİMDENDİR

Oya DEMİRCAN: SUSKUNLUĞUM ASALETİMDENDİR: SUSKUNLUĞUM ASALETİMDENDİR HER LAFA VERECEK CEVABIM VAR AMA BİR LAFA BAKARIM LAF MI DİYE BİR DE SÖYLEYENE BAKARIM ADAM MI DİYE
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10150781308686108&set=a.430799381107.221122.69329521107&type=1&theater

SUSKUNLUĞUM ASALETİMDENDİR

SUSKUNLUĞUM ASALETİMDENDİR
HER LAFA VERECEK CEVABIM VAR
AMA BİR LAFA BAKARIM LAF MI DİYE
BİR DE SÖYLEYENE BAKARIM ADAM MI DİYE

Takvimdeki Deniz

Hasreti denizlerin,
Denizler kadar derin.
Ve o kadar bucaksız.
Ta karşımda yapraksız
Kullanılmış bir takvim.
Üzerinde bir resim;
Azgın, sonsuz birdeniz.
Kaygısız, düşüncesiz,
Çalkanıyor boşlukta
Resimdeyse bir nokta;
Yana yatmış bir gemi,
Kaybettiği alemi
Arıyor deryalarda.
Bu resim rüyalarda
Gibi aklımı çeldi,
Bana sahici geldi.
Geçtim kendi kendimden,
Yüzüme o resimden,
Köpükler vurdu sandım.
Duymuş gibi tıkandım,
Ciğerimde bir yosun.
Artık beni kim tutsun.
Denizler oldu tasam,
Yakar onu bulmazsam
Beni bu hasret dedim
Varırım elbet dedim.
Bir ömür geze geze
Takvimdeki denize.
Ne var bana ne oldu
Odama nasıl doldu
Birden bire bu meltem
Ve dalgalandı perdem
Havalandı kağıtlar.
Odamda kıyamet var.
Ah yolculuk yolculuk
Ne kadar baygın soluk
O gün bizde betbeniz
Ve ne titrek kalbimiz.
Ve eşyamız ne küskün.
Yola çıktığımız gün
Bir sıraya dizilmiş
Gözyaşlarını silmiş,
Bakarlar sinsi sinsi
Niçin o anda hepsi
Bir kuş gibi hafifler
Arkandan geleyim der
Niçin o güne kadar
Dilsiz duran ne kadar
Eşya varsa dirilir
Yolumuza serpilir
Ufak böcükler gibi
Gezer onların kalbi
Üstünde döşemenin
Gizli bir didişmenin
Saati çalar o an
Birden bakar ki insan
Herşey karmakarışık.
Ayırmak olmaz artık
Bir kalbi bir taraktan
Ve kalb ağlayaraktan
Çekilir geri geri
Terkeder bu mahşeri.
Bu mahşerin içinden
O gün ben de geçtim ben,
Nem varsa evim, anam,
Çocukluğum, hatııram,
Ve ne sevdalar serde
Bıraktım gerilerde
Kaçar gibi yangından.
Rüzgarların ardından
Baktım da süzgün süzgün
Kurşun yükünü gönlün
Tüy gibi hafiflettim.
Denize hicret ettim.  
Necip Fazıl Kısakürek