28 Ocak 2015 Çarşamba

İnişli çıkışlı ilişkilerin bize düşündüğümüzden fazla yararı var

Olumlu noktalara konsantre olun: Bazen arkadaş bazen ise düşman gibi davranan bir iş arkadaşı size her zaman düşmanca davranan birinden çok daha iyidir. İlişkiyi idare etmek ne kadar zor olsa da, çoğu duygusal anlamda yıpratıcı olsa da, böyle bir ilişkinin varlığı sizi işinizde daha başarılı olmaya itecektir. Bunu aklınızdan çıkarmayın ve ilişkinin olumlu yönlerine odaklanın. Dostluk kurabilmek için kendinizle ilgili ufak tefek şeyler paylaşın, küçük de olsa güven oluşturmak için birkaç adım atın. Belki de bu ilişki tamamen arkadaşlık konumuna hiçbir zaman gelmeyecek ancak kişisel bağ kurmak olumlu yönlerin kuvvetlenmesini ve ilişkinin çoğu zaman olumlu seyretmesini sağlayacaktır. 
Önemli bir projede beraber çalışmaya çalışın: Eğer bu aşk-nefret ilişkileri her iki taraf için de, iyi bir motivasyon kaynağıysa, neden bundan yararlanmayasınız? Bu iki kişiyi aynı takıma koyduğunuz zaman iki kişiyi birden motive etmiş olursunuz. Siz de bu aşk-nefret ilişkisinde olduğunuz kişiyle aynı projeye yazılın. Arada gerginlikler olacaktır ancak ikinizin de projenin başarılı olması için yapmayacağı şey olmayacaktır. İki kişi arasındaki adrenalin iş yapış biçiminden, hızına, işe gösterilen özene kadar her şeyi olumlu yönde etkileyecektir. Hatta işin sonunda iki taraf biriyle ilgili birçok şey öğrenmiş ve birbirlerini anlamaya başlamış dahi olabilir.
Düşmanlarınızı inişli çıkışlı ilişkilere çevirin: Olumsuz ilişkiler zehir gibidir. En kötü ilişkilerinizi inişli çıkışlı ilişkilere çevirin. İlle arkadaş olmanız gerekmez ancak enerjisi yüksek sizi ileriye taşıyan bir yandan da hiçbir zaman kendinizi tam anlamıyla güvende hissetmediğiniz ilişkilere çevirebilirsiniz. Düşmanınızı tanımaya çalışın, bu kişinin olumlu yönlerine konsantre olun. Bu sayede, inişli çıkışlı da olsa, dostça bir ilişkinin yolunu yapabilirsiniz. 
Birbirinden farklı sosyal ilişkilerin keyfini çıkarın: İşyerinde herkesle yakın dost olmanız beklenemez. Belirsiz ilişkiler içinde olan tek insan siz değilsiniz. Kendinizi çoğu zaman rahatsız hissettiğiniz bu ilişkilerle ilgili suçlamayın. İşyerinde dostlarınız ve bir dost bir düşman gibi gördüğünüz iş arkadaşlarınızın değerini bilin. Tüm bu ilişkiler sizin için bir öğrenme kaynağı olacaktır. Her birinin size verdiği dersi almak için algılarınız açık olsun. 
Bazı avantajları olsa da, işyerindeki tüm ilişkilerinizin belirsiz olmasını istemezsiniz. Ne kadar olumlu ilişkiniz varsa, tabii ki o kadar iyidir. Ancak bazen iyinin rahatlığı bizi içine alır, günler el bebek gül bebek yeteri kadar zorlanmadan, kendimiz daha iyiye taşıma çabası olmadan geçer gider. Oysa, bize meydan okuyan, ne zaman dost ne zaman düşman oldukları kestirilemeyen arkadaşlar adeta bir kontrol mekanizması görevi görür. Ne zaman ‘ben oldum bu işi bitirdim’ dediğinizde karşınıza çıkar ve sizi düelloya çağırır. Her zaman formda olmayı işte bu iş arkadaşlarınıza borçlusunuz. Sakın ola varlıklarından şikayet etmeyin.http://www.kigem.com/ofiste-siyah-beyaz-iliskilere-dikkat.html

Soğuk Hüzün

Gelinlik giymiş taze gelin edasındaki İstanbul, eski sevdalarını ardında bırakmış yeni sabahlara uyanmak üzere geçip gitti önümden.
Yoğun Kar'ın altında kalanları bir yana koyarsak, beyazın bu kadar yakıştığı, özel bir kentte mahsur kalmanın keyifli telaşıyla dolaştım günlerce.
Bugün Perşembe. İstanbul'u erimeye başlayan beyaz düşleriyle geride bıraktım. Şimdi Ankara'nın griye çalan geceleriyle başbaşayım. Balkonumun önündeki yıllanmış ağacın sessiz dalları hemen altında gülümseyen kardelenlere eğilmiş. Baharı beklemekten yorgun bir çift kumru, umutsuz sığınmış ayaz sabahlara.
Keskin hatasıyla sıralanmış binalardan sert yansımalar ulaşmakta başka sokakların sıkışık odalarına. Ve ''Soğuk hüzün''tüm kentlerde aynı şimdi.
''Hüzün ki en çok yakışandır insana'' diyen şaire inat artık yüreklerimizi ısıtma zamanıdır koşturarak. Ayrılıkları, ölümü çaresiz kabullenerek tabii..Yitirilen dostların ardında bir tutam kar beyazı dua eşliğinde.
Ne karın yağmasını, ne de gelen günlerin bizleri almasını engellemeye gücümüz yetmiyor.
Ama biliyoruz ki, bizleri geçen ve gelecek günlere bağlayan tek şey sevgi…
Umudumuz ise; sevgilerimizin kar gibi eriyip kaybolmaması…

Her şey sizin istediğiniz gibi olsun. Yüzünüzden gülümseme, yüreğinizden sevgi eksik olmasın.
Sevgilerimle...
Ayşe EGESOY

www.ayseegesoy.net

YAŞAM

Yaşamın sürprizlerle dolu, uzun gibi görünen kısa bir yol olduğunu düşünüyorum.Kederin ve sevincin birbirine bir nefes kadar yakın olduğu kısa bir yol.
Mutluluk ise bir yol üzerinde rastlanan bir çiçek bazen. 
Bazen de bildik bir şarkıdan süzülen birkaç kırık nota belki de…

Biraz Cesaret

İşler istediğiniz gibi gitmiyor olabilir… Olmak istediğiniz nokta ile olduğunuz nokra arasındaki uçurum hızla derinleşiyor olabilir… Ve tüm bunlar olurken “ama ben ne yapabilirim ki!” diyorsanız o zaman cesaretinizi toplamakla işe başlayabilirsiniz…
Biraz cesaret yahu
Aslında o kadar zor olabilir. Cesaret edemediğimiz için kimbilir ne fırsatlar kaçırdığımızı düşünecek olursak hepimizin listesi az çok dolacak galiba. “Cesarete ihtiyacım var” diyen kişiler en azından bir şeyler yapmaları gerektiğinin farkında ama harekete geçemiyorlar. Üstelik kaybedecek hiçbir şeylerinin olmadığı alanlarda. Hani kişisel ilişki, sağlık, hayati risk falan gibi konular olsa anlayacağım. Bildiğin profesyonel yaşam, hayata karşı duruş veya bunun gibi konularda cesaret gösterememek nedendir diye düşünüp duruyorum birkaç gündür. Özellikle iş hayatında cesaretsizliğin nedenleri nedir ve neden insanlar atmaları gereken adımları bilip de atamazlar diye kafamı yordum durdum.
Öncelikle şu konfor alanı denen şey sanıldığından çok daha bağlayıcı sanırım. Birçok insan alışık olduğu, yapmayı bildiği, yapıp iyi sonuç aldığı alanlarda oynamayı tercih ediyor. Kontrol alanımızın dışına çıkamamak aslında kabullenilmiş kölelik gibi bir şey. Kabullenilmiş kölelik diyorum çünkü sınırları çizen biz, içinde kalmayı seçen biz. Ayrıca bundan yakınan da biz olunca filmin hem senaristi hem oyuncusu rolünde kendi duvarlarımızı kendimiz örüyoruz. Ne kadar uzun kalırsak bu duvarların arasında, o kadar risksiz ve bir o kadar da aynı hayatları, kariyerleri yaşayıp duruyoruz… Kişi bu durumdan memnunsa sorun yok. Ama asıl sorun, hem şikayet edip hem de kurtulamama hali. İşte cesaretsizlik denen şey duvarın dışına çıkma isteği olduğu halde çakılıp kalmak galiba...
Peki bunun sebebi ne? Aklıma birçok sebep geliyor; öncelikle “atalet” kelimesini fısıldıyor beynim kulaklarıma. Ataletin sözlük anlamı tembellik. “Süredurum” aslında daha iyi anlatıyor ne demek istediğimi. Olduğu gibi oldurmaya devam etme durumu yani. Ne sıkıcı bir seçenek. Ama yaptığı işi yapmaya devam eden ve bundan sonra da devam edecek o kadar çok kişiyiz ki şu dünyada. Zaten olduğu durumdan hoşnutsuz olup süredurumlarını bozabilen kişiler değiştirmiyor mu dünyayı? Biz de bu kişileri lider, başarılı yönetici, öngörü sahibi kişi gibi üzerimize takıldığında sevindiğimiz sıfatlarla anıyoruz. 
Kısaca, biraz cesaretli yaşamak istiyorsak ve kontrol alanımızın dışındaki dünya nimetlerinden faydalanmak istiyorsak ilk şu soruyu sormamız lazım: “Bugüne kadar yaptığımdan daha farklı ne yapmam lazım ki sınırlarımı genişletebileyim?” Farklı şeyler deneyebilme dürtüsünü içimizde uyandırabilirsek dışarısını içerisi yapma şansımız oluyor.
Farklı şeyler yapabilme dürtüsünü nasıl uyandıracağız? 
İşte bir sonraki “mantıklı” soru olarak sırıtıyor karşımda. Ama her mantıklı soru gibi önümüzden cevaplanarak çekilmek zorunda. Dürtü içsel ve kişisel bir şeydir. Dış faktörler ile etkilenebilir olsa bile asıl basılması gereken nota kişinin kendi iç dünyasında saklıdır. İşte tam bu noktada hayata bakış açımızın önemi ortaya çıkıyor. Hayata pozitif bakabilme, karşılaştığımız olaylara problem veya fırsat diye yaklaşabilme, hayatımızdaki negatiflikleri bile faydaya dönüştürebilme yeteneği birçok alanda “cesaret” diye algılanabilecek davranışlar sergilememize sebep oluyor.
Tabii bir de “merak” var. Hakkkını yememek lazım. Bilinmeyene karşı merak insanlık tarihinin en önemli toplumsal ve bireysel dürtülerinden biri. Ve bazı insanlar diğerlerinden daha meraklı. Merak ve cesaret arasında nasıl bir bilimsel ilişki var bilmiyorum ama meraklı kişilerin hem profesyonel alanda hem de özel hayatta yeniliğe açık, farklı şeyler deneyebilen kişiler olduğunu gözlemledim. Dolayısıyla kontrol alanlarına sıkışıp kalma olasılıkları çok daha az. Eğer bu mantık yürütme doğruysa merak, cesareti kamçılayan bir faktör olabilir.
Ama en önemli faktör bence korku. Planlanan veya arzulanan sonucun değil de, bize zarar verecek başka bir şeyin olma olasılığı birçok adımı atmamıza engel oluyor. Dikkatinizi çekerim “olma olasılığı” dedim. Olma olasılığı olduğu kadar o kötü şeylerin olmama olasılığı da var. Ya olmazsa??? O zaman kendimize sınırsız fırsatlar yaratabilme şansımız doğmaz mı? Ancak bu kendini koruma dürtüsü sanırım insanoğlunun ilk varoluş zamanlarından ve fiziksel olarak savaşmak zorunda olduğu dönemlerden kalma bir dürtü. 
İyi de o zamanlar avlanarak besleniyorduk ve olası riskler hayatımızın sonlanması ile sonuçlanabilecek risklerdi.
Şimdiki zamanda örneğin iş hayatımızda alabileceğimiz risklerin kaç tanesi bu kadar önemli olabilir ki? Tabii ki bazı teknik, hayat riski taşıyan işlerde çalışanları bu cümlenin kapsamından çıkarıyorum. Olma olasılığı zayıf olayların başımıza gelebileceği varsayımı ile hayatı ve bize sunduğu fırsatları pas geçtiğimizi düşünüyorum. Denemek ve bir şey olmadığını görmek cesaretimizi arttıracak ve daha çok yeniliği denememizi sağlayacaktır. 
Bir de çevremizde bizim için endişelenen, korumaya çalışan veya başarımızı kıskanan ya da sadece fikir beyan etmek için bulunan negatifçiler var. Ben onlara  kısaca “durduran ma’cılar” diyorum. Onların cesaretsizliğimizdeki etkisinden bahsetmeden geçemem. Bir çocuk hayatı boyunca binlerce kez “yapma”, “etme”, “koşma”, “elleme” gibi neyi yapmaması gerektiği konusunda (koruma amaçlı) uyarılarak büyümekte. “Pozitif ma’cıların” ise pek sesi soluğu çıkmıyor. Çıksa da diğerlerinin yanında cılız kalıyor. “Yılma”, “korkma”, “durma” gibi.. Yeni bir şey denemek isteyen bir kişiye iddia ediyorum “yapamazsın” diyen, “yaparsın” diyenden daha fazladır. Ben bunu tamamen kötü niyete değil yukarıda sözünü ettiğim varoluş savunma mekanizması olarak negatife odaklanmadan ve korumacılık hissinden kaynaklandığını düşünüyorum.
Son olarak cesaretsizliğin ilacı sanırım kendimize biraz uzaktan bakabilme becerisi. Olduğumuz yerden gördüğümüz ile yukarıdan bakarken gördüğümüzüz resim aynı olmayabilir. Kaybedeceklerimizi gözümüzde küçülttüğümüzde, gerçekte alacaklarımız büyüyecektir.
Cesaret… Biraz cesaret yahu…

26 Ocak 2015 Pazartesi

Siz Hiç Hayallerinizden Sıfır Aldınız Mı?

Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışta koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı. Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası. Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı.
Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi. Ertesi Gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi. İki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı Kalemle yazılmış kocaman bir "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.
"Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk. "Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal" dedi, hocası. "Paran yok. Gezginci bir Aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi: "Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."
Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı. "Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!"
Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına. "Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi. "Ben de hayallerimi."
O orta 2 öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki 1000 metrekarelik evinde oturuyor.
Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde çerçevelenmiş olarak asılı. Öykünün en can alıcı yanı şu: Aynı öğretmen, geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi.
Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine "Bak" dedi, "Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken, hayal hırsızıydım. O yıllarda öğrencilerimden pek çok hayal çaldım. Allah' tan ki, sen, hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın."


Yaşamak Güzel Şey Doğrusu

Yaşamak güzel şey doğrusu
Üstelik hava da güzelse
Hele gücün kuvvetin yerindeyse
Elin ekmek tutmuşsa bir de
Hele tertemizse gönlün
Hele kar gibiyse alnın
Yani kendinden korkmuyorsan
Kimseden korkmuyorsan dünyada
Dostuna güveniyorsan
İyi günler bekliyorsan hele
İyi günlere inanıyorsan
Üstelik hava da güzelse
Yaşamak güzel şey
Çok güzel şey doğrusu.
Melih Cevdet Anday


Bazen sadece maskeler düşer...Geriye ne kalır?

İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar, ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç armağanlar göndererek karşıdakine zekâ gösterisi yapma fırsatlarıydı.
Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği, birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti.
Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu.
Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: "Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver."
Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler.
Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda, hükümdarın fazla isyankâr olduğu için zindana attırdığı bir genç haber gönderdi İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı.
Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi.
Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı.
İkinci heykele de aynı işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı.
Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı. Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu.
Hükümdar heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabı yazdı:
"Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir.
Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir.
En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır.

Kısa Bir Bilgi


Güzel Sözler Bunlar,Anlayana...

Dövüş ustası olanlar öfkelenmezler, kazanma ustası olanlar korkmazlar, akıllılar dövüşmeden kazanır, cahiller kazanmak için dövüşürler. Sun-Tzu

ELLER-MENDİLLER

''Sallanır eller mendiller, gidenlere, kalanlara.''
Bu yazımda sizlere ''İstasyon'' ları yazmalıyım. Havalimanlarını, tren ve otobüs garlarını, bu yazımda size yolcuları, yolculukları yazmalıyım.
Yaşamımın büyük bölümü yollarda geçmiş biri olarak yazmalıyım tüm tanıklıklarımı…
Sessiz haykırışları, vedaları, sarılmaları, yaşlı gözlerdeki kuşkuları veya umutları, son bakışları, ilk öpüşleri, düşleri, hayalleri, ayrılamayan elleri, kavuşamayan tenleri, okşanan saçları, sıvazlanan sırtları, tembihleri, asla'ları, sonra camları, otobüs camlarını, tren pencerelerini, camın iki tarafından yapılan sessiz konuşmaları, gözleri, yalnız gözleri, ayrılık yaşlarını veya buluşma coşkularını, verilen paketleri, alınan kitapları, edilen yeminleri, ayrılıkları, vuslatları, yarım kalmışlıkları, tamamlanmaları, yürekleri, elleri, en çok gözleri anlatmalıyım. Paylaşmalıyım bütün bunları sizlerle…
Öyle çok biriktiler ki bende… Öyle çok ayrıldım, öyle çok kavuştum ki…
Öyle çok geçti ki yıllarım yollarda ve öyle çok ayrılığa ve buluşmaya tanık oldum ki..
Öyle çok yüreğim burkuldu, öyle çok içim acıdı, öyle çok azaldım ki her seferinde… Ve öyle çok doldum, öyle çok gözyaşlarına boğuldum ki yollarda…
Bir gün hepsini yazmalıyım sizlere…
Dağılmış yaşamları, parçalanmış zamanları, yarım kalanları yazmalıyım. Hep bir yanı eksik kalmış yolcuları, kalanları, gidenleri yazmalı hepsini ama hepsini paylaşmalıyım.
Bir gün sizlere İstasyonları yazmalıyım.

Her şey sizin istediğiniz gibi olsun. Yüzünüzden gülümseme, yüreğinizden sevgi eksik olmasın.
Sevgilerimle...
resim560323

www.ayseegesoy.net


Yazarın Yayınlanan köşe yazıları ve haberlerin tüm hakları www.ayseegesoy.net Resmi Web Sitesine aittir.Kaynak gösterilmeden köşe yazıları ve haberlerin tamamı ya da bir kısmı kullanılamaz.http://www.ayseegesoy.net/koseyazilari/detay/235/eller-mendiller



Ametist Taşının Faydaları

Adaletin ve cesaretin simgesi olan ametist taşı ile ilgili olarak Leonardo Da Vinci, olumsuz ve günahkâr düşünceleri dağıttığını ve zekâyı canlandırdığını yazmıştır. Ametist taşının özellikleri ve faydaları nedeniyle birçok kültür ve bölgede kraliyet aileleri tarafından sevildiği bilinmektedir.
Eski zamanlarda ametist taşı, dindarlığın ve bekaretin sembolü olarak görülürdü..
Tibet’ten Eski Yunanlılara kadar pek çok kültürde önemli olarak kabul görmüş değerli bir taştır.
Şifa bakımından en güçlü taşlardan olan ametist değerli taş sevenler için de en gözde taşlardan biridir. Bereket taşı olarak anılan amestist tarihe adını "koruyucu taş" olarak yazdırmıştır.
Özellikle "koruyucu taş" olarak bilinen ametist bolluk bereketten, başarıya kadar pek çok konuda faydalı olarak bilinmektedir.
Ametist taşının genel etkileri:
Tüm kuvars taşlarda olduğu gibi negatif enerjiyi çekerek bulunduğu ortamı rahatlatır.
Özellikle olumsuz düşünceleri yok edici olarak bilinir, bunun için aşağıdaki çalışma şeklini uygulamalısınız.
Uykusuzluk çekenlere iyi gelir. Eğer uykusuzluk sorunu yaşıyorsanız; ametisti yatmadan önce bir süre elinizde tutun ve sonra yastığınızın altına koyarak yatın. Sorununuzun nasıl düzeldiğini göreceksiniz.
**Bu konuda ki çalışma için: sitemizi ziyaret ediniz
Odanızın veya çalışma masanızın güneydoğu yönünde zenginlik enerjisini arttırır. Bolluk ve bereketi çoğaltır.
Odanızın veya çalışma masanızın kuzey yönünde kariyer başarınızı arttırır.
Yapılan işte başarılı olunmasını sağlar.
Korkulardan arındırır.
Tepe çakrasının enerjisini arttırır. Aurayı güçlendirir.
Olumlu şansın artmasını sağlar.
Bulunduğu çevredeki olumsuz enerjileri temizleyip dönüştürür. Sadece odanın herhangi bir yerinde durması bile olumsuz enerjileri toplayıp pozitif enerjiye dönüştürmesi için yeterlidir.
Enerji dolu bir taş olduğu için çoğu insanın üzerinde canlandırıcı bir etkisi vardır. Sürekli üzerinizde taşıyabileceğiniz bir taştır. Yaydığı enerji her zaman size fayda sağlar ve olumsuzluklardan korur. Özellikle düşman tavırlı insanların arasında bulunacağınız zamanlarda bu taşı üzerinizde bulundurmaya gayret edin. Böylece sadece pozitif enerji alacağınızdan emin olabilirsiniz.
https://www.facebook.com/MistikDukkan/photos/a.262912977171784.63176.233135580149524/640925532703858/?type=1&theater

25 Ocak 2015 Pazar

Nar Gibi Bereketli Olsun Ömrümüz


Oya'nın Objektifinden...


Bazen Hak Etmedikleri Değerleri Veririz İnsanlara

Bir Çin prensi tahta çıkacaktı ama yasalara göre, daha önce evlenmesi gerekiyordu. Uygun bir aday bulmak için bölgedeki genç kızları huzuruna çağırdı. Saraydaki hizmetçilerden birinin kızı prensi çok seviyordu. O da prensin huzuruna çıkmak istedi. Annesinin uyarılarını dinlemedi, çünkü sevdiği adamı bir kere bile görmek onu mutlu edecekti.

Beklenen gece geldi. Genç ve güzel kızlar en güzel giysilerini giymişler, süslenmişler, kendilerini beğendirmek için her çareye başvurmuşlardı. Prens kızlara birer tohum verdi. Bunu saksılarına dikmelerini, altı ay sonra gelmelerini söyledi. En güzel çiçeği yetiştiren kızı kendine eş olarak seçecekti. Herkes tohumu alıp heyecanla evlerine geri döndü.

Genç kız da kendisine verilen tohumu alıp saksıya ekti. O kadar bakmasına, özenmesine karşılık toprakta tek bir filiz bile görünmedi. Her şeyi denedi, uzmanlara danıştı ama bir fayda göremedi. Altı ay dolmuştu ama saksı hâlâ bomboştu. Prens sunacağı bir çiçek olmadığı halde gene de belirtilen gün ve saatte boş saksıyla saraya gitti. Oysa diğer kızlar güzel çiçekli saksılarla gelmişlerdi.

Sonunda beklenen an geldi. Prens salona girdi, kızların arasında dolaştı, saksıları birer birer inceledi. Hizmetçinin kızını kendine eş olarak seçtiğini duyurdu. Herkes şaşırmıştı. Diğer kızlar bu karara tepki gösterdiler, itiraz ettiler. Boş saksıyla gelen kız nasıl eş olarak seçilirdi? Prens durumu şöyle açıkladı:

"Bu genç hanım en değerli çiçeği yetiştirip bana sundu. O çiçeğin adı dürüstlük çiçeğidir. Çünkü sizlere dağıttığım tohumların hepsi sahteydi ve çiçek açmaları olanaksızdı."


https://www.facebook.com/cekirdekinanc/photos/a.140390479358661.29561.140381189359590/835735136490855/?type=1&theater

Sadece Anlayanlar Bilsin..

.
Çin Bambu ağacının yetişmesi,olumlu ısrar için güzel bir örnektir.
Çinliler bu ağacı şöyle yetiştirir:
… Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir.
Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz.
Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez.
Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir.
Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez.
Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam ederler.
Ve nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır.
Akla gelen ilk soru şudur :
Çin bambu ağacı 27 metre boyuna altı hafta da mı? Yoksa beş yılda mı ulaşmıştır?
Bu sorunun cevabı Tabii ki beş yıldır.
Büyük bir sabırla ve ısrarla tohum beş yıl süresince sulanıp gübrelenmeseydi ağacın büyümesinden hatta var olmasından söz edebilir miydik?…
Bir başarının şartları her zaman çok basittir.
Bir süre için çalışın…Bir süre tahammül edin…Her zaman inanın…Ve hiçbir zaman geri dönmeyin…


https://www.facebook.com/cekirdekinanc/photos/a.140390479358661.29561.140381189359590/837555786308790/?type=1&theater

SENSİZ İSTANBUL

https://www.youtube.com/watch?v=raI0g6pITOg&feature=youtu.beSENSİZ İSTANBUL 

Balıkçılar ağlarını eskisi gibi çekmiyor
Pavuryaların eski lezzeti kalmadı
Bir keder rüzgârıdır esen bahçelerde
Ne güllerin rengi güzel ne meyvelerin tadı

Dalgın ve isteksiz tablalarda balıklar
Ağlamaklı bir hâli var istiridyelerin
Gidişinle birşeyler oldu İstanbul'a
Yokluğun öyle dayanılmaz öyle derin...

Yakamozlar oynaşmıyor denizlerde şimdi
Yosun kokmuyor sahiller
Geçiyor yanımdan bir hüzün gibi kahır gibi
Birbirine sokulmuş sevgililer 

Nasıl kıskanıyorum onları bilemezsin
Nasıl içimde birşeyler cız ediyor
Boş ve anlamsız bir zaman yaşadığım
Saatler avuçlarımdan kayıp gidiyor...

Vızır vızır otobüsler, dolmuşlar dört yanımda
Sonra bomboş bakışlar, o silik yüzler
Akşamlar ki alabildiğine mahzun gamlı
Ve kör bir gecenin karanlığı içinde gündüzler

Sabahları ayaklarım zor taşıyor beni
Sürüklenen bir çuval gibiyim caddelerde...
Üzülme akşamları kimse görmüyor ağladığımı
Köhne ve uzak bir meyhanede...

Söyle ne oldu bu şehre, bu İstanbul'a !!..
Nasıl sindirmiş her köşesine yokluğunu...
Bir zaman mutluydum seninle,
Bilmezdim sensizliğin böyle zehir zemberek olduğunu...

Ümit Yaşar Oğuzcan

22 Ocak 2015 Perşembe

Değer

Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister.
Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip: "Oğlum" der, "Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.
Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve "Şunu kaça alırsınız?" diye sorar . Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: "Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın" der.
İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği neneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü defa bir semerciye gidir: Semerci nesneye şöyle bir bakar, "Bu der "benim semerlere iyi süs olur. Bundan "kaş dediğimiz süslerden bir on lira veririm."
En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar. "Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?" diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. "Buna kaç lira
istiyorsun?" Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?" "Ne istiyorsan veririm." Öğrenci, "Hayır veremem." diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:
"Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim." Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker. Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır.
Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her
şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..
Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.
Bilge sorar: "Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?"
Öğrenci: "Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık" diye cevap verir.
Bilge hoca çok kısa cevap verir: "Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir."
Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır.
Mesele kuyumcuyu bulmaktadır...


Bazılarına kıyamazsın...

Bazılarına kıyamazsın... Sizin de mutlaka kıyamadıklarınız vardır..
Çölde yolculuk eden iki arkadaşın yolculugunun bir noktasinda bir münakasa olur ve biri digerine tokat atar. 

Tokadi yiyenin cani acir ama bir sey söylemeden kuma söyle yazar : 

"BUGÜN EN iYi ARKADASIM BENi TOKATLADI".

Bir vahaya gelene kadar yürümeye devam ederler ve suya girmeye karar verirler. Tokadi yiyen batakliga saplanir ve bogulmaya baslar ama arkadasi kurtarir. Yari bogulmadan kurtulduktan sonra bir tasa söyle yazar :

"BUGÜN EN iYi ARKADAŞIM HAYATIMI KURTARDI".

Tokadi atan ve hayat kurtaran sorar : "Canini acittigimda kuma yazdin neden simdi tasa?"

Digeri cevaplar : "Birisi canimizi yaktiginda kuma yazmaliyiz ki bagislama rüzgari silebilsin ama biri bizim için iyi bir sey yaparsa tasa kazimaliyiz ki hiç bir rüzgar silemesin.


https://www.facebook.com/cekirdekinanc?fref=photo

Güzel Sözler Bunlar...


Hayat...